| 
            Yerli Holdinglerin 
			Yüz Yüze Geldiği Çelişki 
			Yerküremizde Batı kapitalizminin 
			kendi öz şirketleri ile “diğerleri” arasındaki fark,“onların 
			kapitalizmin kazanan tarafında bulunmalarına yol açar”.
 - Bir yandan ülkelerine kazandırırlar,
 
 - Öte yandan ancak, ülkeleri (veya grupları) sayesinde bu 
			kazançlarını sağlayabilirler.
 
 Teknik ve işlevsel anlamda baktığımız zaman, “Batı kapitalizminde 
			mikro ve makro arasında örtüşme, bütünleşme görürüz”.
 
 Renault ile Fransa ekonomisi, Gas de France ile toplum arasında 
			dışsallıklardan kaynaklanan bir tamamlaşma görülür. Bunun gerisinde 
			“Fransa’nın katılımcı demokrasisi ile birlikte, örtülü makro 
			politikaların” uygulanması yatar.
 
 Bu karşılıklı dayanışma şemsiyesinin içinde işçi sendikaları, 
			işveren sendikaları, sektör örgütlenmeleri, ulusal bilinçle hareket 
			eden Fransız bürokrasisi, sivil toplum örgütleri, medyası, hükümeti, 
			meclisi dışarıya karşı işbirliği içindedirler.
 
 Bunun üzerine ek olarak bir de Avrupa Birliği’nin koruma sistemi 
			eklenir. Renault AB dışı ülkelerdeki operasyonlarında yalnız ulusal 
			destek almaz; AB şemsiyesi altında, onun da kurumsal desteğine 
			sahiptir.
 
 ABD ya da Kanada şirketleri de örneğin Türkiye’deki operasyonlarında 
			hükümetlerinin (ve devletlerinin) her türlü desteğine sahiptirler.
 
 Batı kapitalizmindeki şirketler, dışarıdaki operasyonlarında makro 
			politikaların şemsiyesi yanında hükümet (ve devlet) desteğine 
			sahiptirler.
 
 
 Kapitalizmin öbür ucu…
 
 Batı sisteminin öbür (ve karşı) ucunda, kapitalizmin geçerli olduğu 
			Türkiye’de ise şunlar farklıdır:
 
 - Türkiye’de makro (ve ulusal) politikalar terk edilmiştir.12 Mart 
			1971, 12 Eylül 1980 operasyonları ve nihayet AKP’nin iktidara 
			getirilişi, Türkiye’yi, “karşıdaki öteki” durumuna daha keskin bir 
			biçimde sokmuş bulunuyor.
 
 - Türkiye’deki yönetimler ülkeyi, “dışarıdaki plan ve politikaların” 
			bir aracı (ve hedefi) haline getirmişlerdir; kurumsal olarak ülke 
			bir yandan AB’nin politikalarının edilgen bir parçası haline 
			sokulmuş; öte yandan, Batı’nın tekellerinin ve yeşil sermayenin 
			egemenliğini hızla arttırdığı “serbest piyasanın emrine sunulmuştur.”
 
 İşte bu ortamda içerdeki büyük şirketler tam bir çelişkiler demeti 
			ile yüz yüze gelmişlerdir. Sıralayalım:
 
 1) Üstlerinde Avrupa ülkelerinde olduğu gibi bir makro politika, 
			perspektif, strateji yoktur.
 
 2) Büyük şirketler, “Batı’daki daha büyük tekellerden birinin 
			kuyruğuna takılarak” gitmek durumundadırlar. Bu tür ilişkiler iki 
			sonuç doğuruyor:
 
 - Ya tamamen yok olacak, şirketini bir yabancıya satacak ve 
			piyasadan çekilecektir;
 
 - veya Batı’nın tekelci firmasının Türkiye’deki taşeronu olacaktır.
 
 3) AB ile kurulan tek yanlı bağlar, yerli şirketlerin “haksız 
			rekabetle karşılaşmalarına yol açtı”. Bu nedenle de iç ve dış 
			pazardaki etkinlikleri azaldı. Özellikle, “yeni gelişmekte olan 
			üçüncü ülkeler karşısında” gerilemeye başladılar.
 
 
 Ve AKP faktörü
 
 Bütün bu olumsuzluklara ek olarak AKP iktidarının “yandaş ve yeşil 
			sermaye furyası” yüzünden, içerden de tehdit edilmeye başladılar. 
			Oysa kendileri AKP’yi, ABD ile birlikte desteklemiş ve onu iktidara 
			getirmişlerdi. İktidara taşıdıkları yönetim, kendilerine en büyük 
			darbeyi vurmaya başladı.
 
 Ayrıca, “serbest ve dışa açık piyasayı”, AKP ile birlikte 
			desteklediler. Fazla ileri giderek, “Batı tekellerine iç piyasada 
			ayrıcalık tanınmasına ses çıkarmadılar”. Hatta destek bile verdiler.
 
 Ve sonunda bunun faturası yerli şirketlerin üzerine yıkıldı. Hem 
			kendi iç piyasalarını bir bir yabancı dev tekellere kaptırdılar, hem 
			de “yandaş ve yeşil sermaye” karşısında küçülmeye başladılar.
 
 Bizim büyük şirketlerin çelişkisini, nedenlerini ve nereye 
			gideceğini bir bir anlattım (*).
 
 AKP’nin temposunu giderek yükselttiği piyasacı, açık ve İslamcı 
			uygulamalardan, önce köylüler, işçiler, memurlar ve esnaf büyük 
			darbe yedi. Arkasından sular üst katlara yükseldi ve yerli büyük 
			şirketler “kendi yarattıkları canavarın” saldırısına uğradılar.
 
 Çözümü çok yazdım; karşılıklı iktisadi ve siyasi çıkarlara dayalı, 
			dengeli bir dış politika. İçerde ise makro (ulusal) politikaların 
			uygulandığı katılımcı ve gerçek bir demokrasi.
 
 Kim mi yapacak? 70 milyon insan ya bunu yapmayı becerecek ya da 
			yavaş yavaş eriyip gideceğiz, bunu artık bilelim, anlayalım.
 
 (*) Dünyada ve Türkiye’de Büyük Sermaye, Truva, 2008.
 
 
            Erol Manisalı 
 |