Gelişim

 

 

Home ] Up ] TACS Yetkinlikleri ] Yetkinlik Merkezi ] Ortaklar ] TACS Hakkında ] Görüşler ] İçerik ] TACS'da Ara ]

 

 

Yuzde Bir ] Çelişkiler ] Neredeyiz? ] Borçlar ] Faiz ] RTE ] Milli Gelir ] 2008 ] 2009 ] Stagflasyon ] G-20 ] Washington ] Piyasa ] Öngörü ] 2050 ] Holdingler ] Dersler ] LE ] Borsa ] Toplumculuk ] Çözüm ] [ Gelişim ] IMF ] Kapitalizm ] BE ] Üretim ] Pardus ] DYSG ] Gümrük ] Konut ] Turizm ] TSK 500 ]

 

 

 

Up

Ekonomik Gelişmeyi 'Yeniden' Düşünmek

   
   

 

   
   
Yaşanmakta olan ağır bunalım, çok sarsıcı ve uyarıcı bir etki yaptı. Küresel ekonomi yönetimleri, ister en gelişmiş sekiz ülkeyi (G8) isterseniz ülkemizin de içinde bulunduğu G20’yi alın, “ne yapacağını bilememenin” şaşkınlığını yaşıyor. “Piyasa her derde devadır” deniliyordu; şimdilerde ulus devletler piyasanın yarattığı yıkımı düzeltmek için kolları sıvıyor.

Neoliberalizmin, Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde ekonomik gelişmeyi sağlaması bir tarafa, en gelişmiş ülkelerde de durma noktasına geldiği, gerilemeye ve giderek yıkıma yol açtığı görülüyor. Ülkeler çözüm arıyor.

ABD’de Obama yönetimi, iki yılda 2.5 milyon kişiye yeni iş alanı açacak bir tasarım üzerinde çalıştığını açıklıyor. İngiltere’de ise işbaşındaki İşçi Partisi; yönetim değişikliği, İngiltere’de de İşçi Partisi’nin hükümet olması, bu ülkeler için bir şans sayılıyor. Diğer ülkeler de “başlarının çaresine” bakıyor.

Batı kapitalizminde yaşanan bu “piyasanın bozduğunu düzeltme” ya da “sol sapma” bir büyük dönüşüme işaret ediyor. Bu süreç, Türkiye gibi ülkelerde, yıllardır, “unutulan ve unutturulan” ekonomik gelişmeyi yeniden düşünmek ve gündeme getirmek için bir anlam ve öneme sahip olabilir mi?

Bu soruya “evet” demek gerekiyor.

***

Son bunalımın öğretmesi gereken birkaç noktanın altı çizilmelidir. Birincisi, piyasa, kapitalizm ile eşanlamlı ve özdeş değildir. Piyasa kapitalizm öncesinde de vardı; kapitalizmin değişen nitelikleri içinde de varlığını sürdürüyor. İkincisi, ekonomik kaynakların etkin ve verimli kullanılması için bunların mülkiyetinin mutlaka özel ellerde olması zorunluluğu bulunmuyor. Kaldı ki özel mülkiyet, sermaye büyüklüğüne göre çok büyük niteliksel farklılıklar gösterir. Örneğin, bir milyondan fazla ortağı bulunan ABD’nin otomotiv devi GM ile sokağımızın başındaki bakkalın mülkiyet ve yönetim uygulaması -söylemeye gerek yok ki- çok farklıdır. Üçüncüsü, “Kamu mülkiyeti batırır, özel mülkiyet başarır” diye bir kural olamaz. Her iki mülkiyet biçiminin de artıları ve eksileri vardır; son bunalım, özel mülkiyetin başarısızlığının kusursuz örneklerini her gün sergiliyor. Son bir nokta daha var; her ülke kendi bunalımına karşı yine kendi çözüm arıyor, küreyi göz ardı etmeden ulus devletine yeni işlevler yüklüyor.

***

Bu ortamda, Türkiye, rafa kaldırdığı “ekonomik gelişme” kavramını neden tartışmasın? Neden gelişme arayışlarına girilmesin?

Tarihin kanıtladığı gerçek şudur: Bu tür özgün, ulusal gelişmeci atılımlar, gelişmiş kapitalizmin zayıf düştüğü dönemlerde, onlar kendi dertleriyle boğuşurken başarılabiliyor.

Ekonomik bunalıma çözüm nasıl olsa ulusal düzeyde aranacak ve bulunacaktır. Bu çözüm programının, birkaç aylık, en çok bir yıllık önlemleri içermesi gerektiği biliniyor. Ancak kısa dönem çözüm önlemleriyle birlikte ya da bunlarla bütünleşik olarak, ülkenin üretim olanaklarını arttırıcı bazı girişimler olmalıdır. Örneğin, enerji, iletişim ve elektronik, tıp, özellikle de genetik gibi diğer kesimlerin harekete geçmesini sağlayacak kilit sektörlerde, kamu eliyle ve fakat siyasetten bağımsız çalışacak araştırma-geliştirme eksenli üretim birimleri kurulabilir. Böyle bir teknolojik açılım, diğer sektörleri ileriye taşıyacağı gibi, ülkenin bilim ve araştırma altyapısını geliştirir ve kurumlarını güçlendirir. Sayıları hızla çoğalan üniversitelerin gelişmesini ve bilimsel çalışma ile mal ve hizmet üretimini birleştirmelerinde itici güç işlevi görür.

***

Kuşkusuz çok daha ayrıntılı tartışma ve çalışmaları gerektiren bu tür bir gelişmeci açılım, en başta, siyasetin görevidir. Bunun için de yıllardır uygulanan ekonomik gelişmeyi tamamıyla serbest piyasaya bırakan anlayışın yanlış olduğu gerçeğinden yola çıkmak, gelişmeci devlet anlayışını, tüm toplum kesimlerinin desteğini de sağlayarak yaşama geçirmek gerekiyor.

Eğer yaşanmakta olan küresel dönüşüm bu ülkenin ekonomik ve toplumsal gelişmesi için değerlendirilmezse, yarının kuşakları, haklı olarak bugünkü siyasetçiyi sorumlu tutarlar.

Yıllardır, şiddetle esen liberalizmin güçlü rüzgarlarıyla gelişmeci kimliklerini iyice yitiren siyasal akımlar ve partiler, kendilerini yenileyip bir gelişmeci dönüşüme öncülük edebilirler mi? Yaşamsal soru budur.


Yakup Kepenek
   
   
   
 

TACS

 

 
 
   

 

Home ] Up ] TACS Yetkinlikleri ] Yetkinlik Merkezi ] Ortaklar ] TACS Hakkında ] Görüşler ] İçerik ] TACS'da Ara ]

Yuzde Bir ] Çelişkiler ] Neredeyiz? ] Borçlar ] Faiz ] RTE ] Milli Gelir ] 2008 ] 2009 ] Stagflasyon ] G-20 ] Washington ] Piyasa ] Öngörü ] 2050 ] Holdingler ] Dersler ] LE ] Borsa ] Toplumculuk ] Çözüm ] [ Gelişim ] IMF ] Kapitalizm ] BE ] Üretim ] Pardus ] DYSG ] Gümrük ] Konut ] Turizm ] TSK 500 ]

 

 

 

 

The Best Networks Start with the Best Consultants - TACS

 

 

Copyright © 2022 TACS
Last modified: August 27, 2023