IMF

 

 

Home ] Up ] TACS Yetkinlikleri ] Yetkinlik Merkezi ] Ortaklar ] TACS Hakkında ] Görüşler ] İçerik ] TACS'da Ara ]

 

 

Yuzde Bir ] Çelişkiler ] Neredeyiz? ] Borçlar ] Faiz ] RTE ] Milli Gelir ] 2008 ] 2009 ] Stagflasyon ] G-20 ] Washington ] Piyasa ] Öngörü ] 2050 ] Holdingler ] Dersler ] LE ] Borsa ] Toplumculuk ] Çözüm ] Gelişim ] [ IMF ] Kapitalizm ] BE ] Üretim ] Pardus ] DYSG ] Gümrük ] Konut ] Turizm ] TSK 500 ]

 

 

 

Up

IMF’nin Lekeli Sicili

   
   

 

   
   
Emperyalist sistemin metropolü, kendi krizini adım adım bizim buralara da taşıdı. Şimdi de bizlere, özellikle IMF aracılığıyla, akıl vermeye başladı.

IMF hangi yüzle sistemin çevresinde yer alan ülkelere yeni programlar önerebilecektir?

“Sermaye hareketleri üzerindeki tüm kısıtlamaları kaldırın; merkez bankalarını özerkleştirin ve bizim gözetimimizde sadece enflasyonla mücadeleye odaklandırın; reel faizleri yüksek, kamu harcamalarını düşük tutun; dövizin fiyatını dalgalanmaya bırakın, ucuzlarsa ucuzlasın; dış borcu fazla dert etmeyin…”

Bu reçetenin tüm öğelerini parti parti bizlere “cebren ve hileyle” kabul ettiren kuruluşun öncelikle IMF olduğunu biliyoruz.

Bugünkü kriz ortamı da bu kabullerden türemedi mi? İşte bu soruyu dört yıl önce olumlu yanıtlayan açık-seçik bir öngörü:

“Bir sonraki borç krizi fazla beklemeden patlak verecektir. Küresel portföy fonları, yüksek getiriler peşinde koşarak yükselen piyasalara yığılıyor. Düşük faizler nedeniyle borçlanma kolaylaşıyor; borçlu ülkeler rehavete sürükleniyor. Bu durum sürdürülemez. Zengin ülke yatırımcıları: Yükselen piyasalardan geçen yıl elde ettiğiniz ortalama yüzde 55’lik getirinin bir sapkınlık olduğunu algılayınız. Gelişmekte olan ülkelerin liderleri: Sizler de borç almanın uyarıcı ilaçlara benzediğini; kısa dönemde başarımı yükselttiğini; sonrasında ise aldatıcı sonuçlara yol açacağını kavrayınız. Bu sefer durum farklı mı diyorsunuz? Kolay gele…”

Bu keskin eleştiri ve kötümser öngörü, Amerikalı bir iktisatçı, Kenneth Rogoff, tarafından 2004’te yapılıyor. Ne var ki bu zat, bu tarihten bir yıl öncesine kadar IMF’nin “baş iktisatçısı” idi. Hal böyle olunca, Rogoff’u gerçekçi uyarılarından ötürü tebrik edemeyiz. Aksine, kendisini “bir yıl öncesine kadar çevre ekonomilerini tam zıt doğrultuda yönlendirirken aklın nerdeydi?” diye sorgulamamız gerekirdi. Ortada masumane bir “şizofrenik kimlik bozukluğu” veya “islah olma” durumu yoktur. Bir ahlâkî zafiyet söz konusudur.

***

IMF’nin “beyin takımı”nda ahlâkî zafiyetin yaygınlığına bir örnek, Rogoff’tan bir önceki baş iktisatçı Stanley Fischer’in Türkiye ile ilişkilerinde de gözlenir. Bu zat, 1999’da Türkiye ile IMF arasında imzalanan stand-by anlaşmasının dayandığı “enflasyonla mücadele” modelinin sorumluluğunu taşımıştır. Bu modelin Türkiye’yi 2001 krizine sürüklediği de, bugün yaygın kabul görüyor. Kriz patlak verinceye kadar Fischer Türkiye’ye her geldiğinde ekonomik yönetimi, “aferin, iyi yoldasınız; ödün vermeden devam edin” diye pompaladı. Kriz patlak verdikten sonra, önceki övgülerini unutup hükümeti “programdan sapma” suçlamasıyla eleştirdi. Ardından “bilimsel” bir makale kaleme alarak bize uygulattırılan modelin yanlışlığının, Türkiye deneyimi sonunda anlaşıldığını ima etti. Türkiye, adeta, “doğru döviz politikasını keşfetmek için” Fischer tarafından bir laboratuvar olarak kullanılmış oluyor.

Dahası da var: Türkiye’nin kriz koşullarına sürüklenmeye başladığı anlaşılır anlaşılmaz bir IMF heyeti Türkiye’ye geldi; 10.5 milyar dolarlık ek kredi sağlandı ve “bankaların dış borçlarının da devlet güvencesi altına alınması” Başbakan’a ayak üstü (ve T.C. yasaları açıkça çiğnenerek) kabul ettirildi. IMF Başkanı Köhler, ertesi gün Türkiye hükümetine bu kararından dolayı alenen teşekkür etti. Fischer birkaç ay sonra IMF’den ayrılacak ve (Türkiye’den alacakları devletçe üstlenilmiş büyük bankalardan biri olan) Citibank’ın yönetimine geçecektir.

***

IMF, anlaşma yaptığı ülkelerin iç siyasetine uzak durduğunu iddia eder. Gerekten öyle mi? Mayıs 2005’te AKP hükümeti IMF ile 10 milyar dolarlık yeni bir stand-by anlaşması imzaladı. Bu türden bir kredi anlaşması Türkiye ekonomisinin nesnel koşulları dikkate alındığında IMF kurallarına da uymamaktaydı. IMF heyeti, yine de “olağan-dışı koşullar” nedeniyle kredinin verilmesini tavsiye etti. Türkiye’nin bu ayrıcalıktan yararlanması niçin uygundu? IMF heyetinin 28 Nisan 2005 tarihli raporu yanıtlıyor: “Üç yıllık bir program... 2007 Kasımında yapılacak olan genel seçimler için bir çıpa sağlayacaktır”. Türkiye’nin değil, açıkça AKP’nin desteklenmesini hedefleyen stand-by bu nedenle onaylandı; uygulandı.

***

IMF’nin otuz yıldır savunduğu politikaların kuramsal dayanakları çökmüştür. Baş iktisatçıları, uzmanları, yönetimi ahlâkî zafiyet içindedir. Bizlere akıl vermesinin meşruiyeti yoktur. Sicili bozuktur.

Bugünün koşullarında IMF için öncelik, uluslar-arası finans kapitalin çıkarlarını (yani Türkiye’den alacaklı olanları) 2001’de olduğu gibi gözetmektir. Bu hedef esastır. AKP’yi tekrar destekleyebilir veya bu kez köstekleyebilir. Her durumda kaybeden Türkiye’nin emekçileri olacaktır.

IMF’ye bu nedenlerle “kesinlikle hayır…”


Korkut Boratav
   
   
IMF Ümük Sıkacak: Sıfır Büyüme…
   

2001 krizi sonrası IMF desteği ile ucuz-emek odaklı Asyalaşma modeliyle yıllık yüzde 7 dolaylarında bir lale devri büyümesi yaşadıktan sonra, Asyalaşmayı da beceremeyip 2007’de yüzde 4,5 büyüme ile tempo kaybeden Türkiye ekonomisi şimdi global krizin kırılgan yapısına tüy dikmesiyle IMF üstünden bir buzul çağına giriyor. Kaç zamandır ümük sıktırmam teraneleriyle yalancı pehlivan edasıyla IMF’ye meydan okuyan Tayyip Erdoğan kabinesi, sonunda pes edip, IMF’nin dediğine geldi. Yeni bir stand-by anlaşması imza aşamasında.

Bazı saftirik yorumcular, IMF ile yapılacak anlaşma ile beklentilerini şöyle sıralıyorlardı:


• IMF’den hatırı sayılır bir kaynak girişi ile kur şokunun önü kesilecek ve kurda istikrar yakalanacak.
• IMF anlaşması, bir tür sigorta olacak, yeni sıcak para girişine yeşil ışık sinyalleri gönderecek.


Bu beklentiden sonra ne olacağı konusunda akıl yürütenler iç-dış pazar önceliği konusunda ayrışıyorlardı. Bazıları, IMF rüzgarı ile ihracata yönelmek gereğini savunurken bazıları da iç talebi canlandırarak iç pazara yönelinmesi gerektiğini beyan ediyorlardı.


Peki IMF Ne Diyordu?

IMF, bu büyük buhran koşullarında, aralarında Türkiye’nin de olduğu çevre-bağımlı ülkeler için ne önereceğinin sinyallerini Ukrayna, Macaristan, Pakistan ile yaptığı anlaşmalarda zaten belli etmişti. Bir miktar kaynak aktarılacak ama bildik, ekonomiyi soğutucu istikrar önlemleri uygulanması şartı ile.

AKP, yerel yönetim seçimlerinin ihtirasıyla da 2009 için yüzde 4 büyüme hedefini bütçe tasarısına koymuştu. IMF ise, 4 kez yenilediği büyüme öngörülerinin sonuncusunda (6 Kasım) 2009 için dünya ekonomisinde büyüme hedefini yüzde 2.2’ye kadar indirmişti. Merkez ülkeler büyüme bir yana küçülecek, çevre ülkeler ise en fazla yüzde 5 gibi büyüyeceklerdi. IMF’nin yeni stand-by anlaşması ile 2009 için Türkiye’ye verdiği büyüme hedefi yüzde 0 (yazı ile yüzde sıfır) yani 2008’deki düzeyinde kalma… Bunu kabullenmem diyen Tayyip Erdoğan’ın manasız efelenmeler ile nereden nereye geldiği ortada.

IMF’nin mali disiplin diye tutturup vergilerin artırılmasını, harcamaların kısılmasını isteyeceği de sır değildi. Nitekim, bunun da haberleri geliyor. Yüzde 8’lik KDV’li mal ve hizmetlerin yeniden yüzde 18’e çıkarılması isteniyormuş IMF tarafından. Ayrıca içinde eğitim, sağlık, adalet, tarıma destek vb. harcamaların yer aldığı harcamalara da tırpan isteniyormuş. Tam bildik istikrar reçetesi… 2009 için enflasyonun yüzde 14-15 olarak öngörülmesi ise bir başka ilginç boyut. Anlaşılan IMF, fiyatların pek baş eğmeyeceğini öngörüyor.

Evet, IMF desteği ile likidite bolluğu yaşanan lale devrinden şimdi global krizin can yakan buzul çağına girilmiş oluyor; Sıfır büyüme, yeni vergi, daha az bütçe harcaması.

Bunlar, tensikatlarla tırmanan işsizliğe karşı hiçbir şey yapamamak, bütçe üstünden alt ve orta sınıfların biraz daha yoksullaştırılması demek.

Son yayınlanan sanayide üretim düşüşleri, nasıl bir buzul çağa girildiğini yeterince ortaya koyuyor.


2007’nin Ekim’ine göre, sanayi üretimi yüzde 8,5 düşmüş görünüyor. Bu veri, bile üçüncü çeyrekte sıfır altı bir büyüme verisinin işaretini veriyor. 2009’da sanayide, dolayısıyla genelde büyümede fazla iyimser olmak kolay değil.


25 Milyar $ Neye Yarar?

IMF’nin stand-by anlaşması ile aktaracağı kaynağın miktarı 25 milyar dolar olarak ifade ediliyor. Bu anlamlı bir para mı?

Türkiye’nin 2009’daki döviz ihtiyacını anımsatalım önce. Kısa vadeli ticari borçlar ve cari açık hariç Türkiye’nin 2009’daki dış finansman gereksinimi, 110 milyar dolar olarak öngörülüyor. IMF’den aktarılacak olan, bu dış finansman ihtiyacını toparlamaya yeterli bir rüzgar olabilir mi ? Zor…

Global krizin, hem dış kaynak hem dış pazar yönünden merkez emperyalist ülkelere bağımlı çevre ülkeleri ne hale getirdiğini bir türlü kavrayamayan ve körün değneğini bellediği gibi, bildik ezberlerin dışına çıkamayan liberal yorumcular, birbiriyle çelişen, süfli yorumlardan geri kalmıyorlar. Kimisi, “IMF ile anlaşmalı, ama ihracata ağırlık verilmeli” gibi beylik laflar etmektedir. Hangi ihracat? Nereye ihracat? İhracatını yüzde 60 oranında AB’ye bağımlı kılmış Türkiye’ye AB siparişleri hızla azalıyor. Diğer bölgelerde talep var mıdır? Var ise bile Çin ile diğer Asya ülkeleri ile boğuşacak dermanı var mıdır Türkiye’nin?

Kimi aklı evveller de bir süredir, hem IMF ile anlaşma olsun hem de iç talep geliştirilerek ekonomi genişletilsin incileri yumurtlamaktalar. IMF ne zaman, hangi çevre ülkeye genişlemeci politika izni vermiş? Hiçbir zaman ve şimdi de aynı daraltıcı reçete ile toplum iyice bunaltılacaktır.


Eski ve Yeni

IMF anlaşmaları, eski krizlerde, iç talebi daraltır ama ihracata yönlendirirdi, ayrıca dış kaynaklara (sıcak paraya, doğrudan yabancı yatırımlara, dış kreditörlere) burası emin, buraya gelin, sinyali verirdi. Ya şimdi? Şimdiki şartların, iklimin değişmediğini hala fark edemeyen liberaller, hala bu anlaşmanın aynı etkiler yaratacağını, dışa açılmayı teşvik edeceğini, yeni sıcak para girişini hızlandıracağını umuyorlar. Oysa boş beklenti. Ne dışarıda canlı bir talep var, ihracat olsun; ne de sıcak paranın gelesi var. Onlar şimdi güvenli Merkez ülke devlet tahvillerinde, yangın söndürmede kullanılıyorlar.

O zaman IMF anlaşması neye yarayacak? Cevaplayalım, kurda geçici bir düşüşe, borçlu sermayedarlara geçici bir soluğa. Çalışan sınıflar ve orta sınıflar için ise iyice kurumuş bir iç pazar, alım gücü düşüşü ve yoğun bir işsizlik var gelecekte.

IMF ise bu anlaşma ile Türkiye’yi hasta Merkez’in eteğinde tutmaya devam ettiği gibi, Türkiye’den kredi alacağı olanları da rahatlatıyor. Bir süre sonra onların özel sektörden alacaklarını devlet garantili hale getirmesini dayatır ve bunu kabul ettirirse de hiç şaşırmayalım.


Mustafa Sönmez

   
   
 

TACS

 

 
 
   

 

Home ] Up ] TACS Yetkinlikleri ] Yetkinlik Merkezi ] Ortaklar ] TACS Hakkında ] Görüşler ] İçerik ] TACS'da Ara ]

Yuzde Bir ] Çelişkiler ] Neredeyiz? ] Borçlar ] Faiz ] RTE ] Milli Gelir ] 2008 ] 2009 ] Stagflasyon ] G-20 ] Washington ] Piyasa ] Öngörü ] 2050 ] Holdingler ] Dersler ] LE ] Borsa ] Toplumculuk ] Çözüm ] Gelişim ] [ IMF ] Kapitalizm ] BE ] Üretim ] Pardus ] DYSG ] Gümrük ] Konut ] Turizm ] TSK 500 ]

 

 

 

 

The Best Networks Start with the Best Consultants - TACS

 

 

Copyright © 2022 TACS
Last modified: August 27, 2023