SIGINT istihbarat örgütleri ve ulusal güvenliğimiz
1947’de yürürlüğe giren ve ABD,
İngiltere, Kanada, Avustralya ve Yeni Zelanda tarafından imzalanan
‘İngiltere/ABD Güvenlik Anlaşması’nın metni ‘çok gizli’ tutulmuş ve
bugüne kadar açıklanmamıştır.
İngiltere ve ABD ‘öncelikli taraflar’ (first parties), diğer ülkeler
‘ikinci taraflar’dır (second parties).
İkincil ülkeler tarafından toplanan ham istihbarat, birincil ülkeler
tarafından değerlendirilir, işleme tabi tutulur.
Anlaşmanın içeriğinin bir kısmı ‘International Regulations on SIGINT’
(SIGINT ile İlgili Uluslararası Düzenlemeler) adlı ‘çok gizli’
kitapçıkta kayıtlıdır.
‘Sinyal istihbaratı’ olarak çevireceğim Signal Intelligence (SIGINT):
kişiler ve bilgisayarlar arasındaki her türlü elektronik
haberleşmenin takip edilerek istihbarat toplanması ve şifreli
mesajların kripto analiz yöntemiyle deşifre edilmesidir.
Dinle değil, bilimle, teknolojiyle yönetilen ülkelerde, sinyal
istihbaratından sorumlu kurumlar, aslında “ulusal güvenlik” ve
“ulusal çıkarları korumaktan” sorumlu kurumlardır.
Amerikan Ulusal Güvenlik Ajansı (NSA/CSS), internet sayfasında (www.nsa.gov)
‘Görevimiz’ bölümünde şöyle yazıyor:
“...NSA/CSS, sinyal istihbaratı ile haberleşme güvenliği ürün ve
hizmetleriyle, iletişim ağı harekâtlarını (network warfare) mümkün
kılar. Toplanan istihbari bilgiyi, Ulus’un ve müttefiklerimizin
yararına kullanır. Vizyonumuz; ulusal şebekemiz (network) yararına,
küresel kriptolojik üstünlüğümüzü sağlamaktır.”
‘Ulusa Adanmışlık’ (Dedication to the Nation) başlığı altında, NSA/CSS’te
çalışan personelin tanımı şöyle yapılıyor:
“NSA/CSS çalışanları, herşeyden önce ve sonra ve daima Amerikalıdır.
Her çalışan, Anayasa’yı ve ABD’yi, dahili ve harici bütün
düşmanlarına karşı desteklemeye, korumaya yemin etmiştir.”
NSA’nın Kanada’daki karşılığı Haberleşme Güvenliği Kuruluşu CSE’dir
(Communication Security Establishment).
Verilen önemi anlatmak açısından yazıyorum; 33 milyon nüfuslu
Kanada’nın CSE bordrosunda 38 bin çalışan kayıtlıdır.
İnternet sayfasında (www.cse-cst.gc.ca), görevleri arasında,
devletin güvenli haberleşmesini sağlama ve NSA’de olduğu gibi
kriptolojik istihbarat toplama vs sayılmaktadır.
‘Görevimiz’ bölümünde;
“SIGINT ürün ve hizmetlerimizden, devlet, ulusal güvenlik, ulusal
savunma ve dış politika konularında karar alırken yararlanır.” yazar.
Yani Kanada’da da ABD’deki gibi ‘ulusal güvenlik’ten sorumlu
istihbarat servisi, aslında elektronik istihbarat yapan kurumdur.
SIGINT örgütleri, CIA, CSIS (Kanada İstihbarat örgütü) vs gibi
istihbarat örgütlerinden tamamen ayrı, bağımsız, üstün teknolojiyle
donanımlı haberalma örgütleridir. Temel görevleri ulusal güvenliği
ve ulusal yararları korumaktır.
İngiltere’nin ulusal güvenlikten sorumlu istihbarat örgütü Devlet
Haberleşme Karargâhı’dır (Government Communications Headquarters (www.gchq.gov.uk).
Dışişleri Bakanı David Milliband’in “İngiltere’nin çıkarlarının
korunmasında en önemli örgütlerinden biri” olarak tanımladığı GCHQ,
Birinci Dünya Savaşı sırasında 25 kadar şifre kırıcı elemanla işe
başlamıştır.
Bu örgütlerin çoğu, savaşta şifre kırmakla işe başlayıp, 1960’lardan
sonra haberleşme uydularının uzaya gönderilmesiyle sinyal-elektronik
istihbarat üstünlüğünü ele geçirip, ULUSAL GÜVENLİKLERİ ve ULUSAL
ÇIKARLARI için kullanan örgütlerdir.
Avustralya SIGINT istihbarat örgütü Savunma Sinyal Direktörlüğü’nün
(Defence Signal Directorate- www.dsd.gov.au) sloganı şöyledir:
“Onların sırlarını ifşa eder, kendi sırlarımızı koruruz.”
“Savunma ve ulusal güvenliğimizle ilgili olarak, yabancıların
elektronik haberleşmesinin takibinde önemli rol oynarız.
Avustralya’da devlet haberleşmesinin güvenliğini sağlarız. ”
Yeni Zelanda’daki ulusal güvenlik örgütü; Devlet Haberleşme
Güvenliği Bürosu GCSB’dir (Government Communications Security
Bureau- www.gcsb.govt.nz). Görev tanımın yapıldığı belgenin başlığı
‘Ulusun Güvenliğini Güvenceye Almak’tır.
Dikkat isterim! ‘Ulusal güvenlik’ ve ‘haberleşme güvenliği’ sürekli
yanyana geçer. Ulusal güvenliği korumakla görevli örgütler, devletin
haberleşme güvenliğini de sağlayan, şifre kıran, verdikleri teknik
istihbaratla hükümet politikalarını ulusal çıkarlar doğrultusunda
yönlendiren örgütlerdir.
Bu örgütlerde; bilgisayar-iletişim yazılım mühendisleri, bilgisayar
adli tıp mühendisleri, sistem analistleri, matematikçiler,
elektronikçiler, kripto uzmanları, dilbilimciler, istihbarat
analistleri çalışır. En üst düzeyde ‘güvenlik kleransı’nı haiz
elemanlardır. Gelip geçici hükümetlerin değil ‘devletin’
kurumlarıdır.
Türkiye’de ‘ulusal güvenliği’ dolayısıyla ‘ulusal haberleşme’yi
koruyan-sağlayan bir kurum yoktur.
Devletin kripto haberleşmesinin kodlarını vs düzenleyen, cihazlarını
imal eden TÜBİTAK’a bağlı UEKAE’nin (Ulusal Elektronik ve Kriptoloji
Araştırma Enstitüsü) internet sayfasında, her ürün için (muhtemelen
İngilizceden kötü tercüme edilerek) şunlar yazılıdır:
“Merkez idari kalitesini sahip olduğu süreç kalite belgeleri,
bilimsel ve teknik kalitesini ise NATO için tasarlanan algoritmalara
NATO’daki kripto analizin ardından verilen NATO’nun tüm gizlilik
seviyelerinde kullanılabilir onayı ile ispatlamıştır.”
UEKAE’nin görevleri arasında, ‘ulusal güvenliği korumak’tan söz
edilmemekte, NATO sistemlerine uyumlu olmakla, NATO’nun onayını
almış olmakla övünülmektedir.
1947’de, yukarıda bahsettiğim anlaşmaya imza koyan NATO üyesi
ülkerden ABD, Kanada ve İngiltere’nin SIGINT örgütlerinin
sayfalarında, bu NATO yalakalığını göremezsiniz.
UEKAE’nin bağlı olduğu TÜBİTAK’ın yasasında yapılan değişiklikle
(zamanında Sayın Ahmet Necdet Sezer veto etmişti), Bilim Kurulu’nun
14 üyesi AKP’nin Başbakanı tarafından atanmaktadır.
UEKAE’nin müdürü Mehmet Önder Yetiş, TÜBİTAK’ın Başkanı Nüket
Yetiş’in kocasıdır.
Gül-Erdoğan ikilisi tarafından TÜBİTAK’ın başına Nüket Yetiş’in
atanması üzerine, ‘özerk bir bilim kuruluşunun siyasi etki-denetim
altına alındığı’ gerekçesiyle dört Başkan Yardımcısı, bir Bilim
Kurulu üyesi ve bir Yüksek Komite Sekreteri topluca istifa etmiştir.
PKK Açılımı’nda görev alan Müsteşar Emre Taner’in MİT’i, aslen
kendisi bir ‘ulusal güvenlik sorunu’ haline gelen iktidar partisinin
emrinde, ortaokul mezunu adamların turşucu kılığına girip, mahalle
muhtarlarına sorup istihbarat topladığı köhne bir kurumdur.
‘Ulusal güvenlik’ denilince akla gelenlerden Milli Güvenlik Kurulu,
“AB müktesebatı uyarınca” AKP’nin Başbakanına bağlı, iki ayda bir
yapılan toplantılardan ibarettir.
2005’te AKP tarafından kurulan Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı
(TİB), telefon dinlemeyi tek merkezde toplamak üzere kurulmuştur (şu
gazete haberine bir göz atıverin (*1). TİB elemanlarının çoğunun,
Ebu Dallama Hazretleri’nin, dolayısıyla ABD’nin kontrolundaki
Emniyet kadrolarından atandığı ileri sürülür.
Özetle;
Batı, ‘ulusal güvenliğini’ ‘uydu vasıtasıyla elektronik
iletişim-haberleşme kontrol sistemleri ve devletin haberleşme
güvenliğine ve güvenilir vatandaşlarına dayamışken, Türkiye
Cumhuriyeti’nin ulusal güvenliğini koruyacak, hükümetleri, ulusal
çıkarlarımıza uygun kararlar alacak şekilde yönlendirecek ULUSAL bir
kurumu-istihbarat örgütü yoktur.
Olanlar, NATO’ya ve AB müktesebatına uyumlu olmakla öğünmektedirler
ki, ‘ulusal’ olma vasıfları eksiktir. Tamamı, doğrudan ABD’ye bağlı
olan AKP Başbakanına bağlı olmak gibi bir zaaf içindedir.
AB
Velev ki böyle ‘ulusal’ bir kurum olsun; teknik istihbarat toplama
çalışmasını, başında İngiliz istihbaratı ile ilişkili bir adamın
(Paul Doany) bulunduğu, Lübnanlı Hariri ailesine ait, Türk olmayan
Telekom üzerinden yapmak zorunda kalacaktır.
Yukarıda bahsettiğim Batılı ‘ulusal güvenlik’ örgütleri, seçim
zamanında oy sayımı-sonuç verileri toplanmasının güvenliğinden de
sorumludurlar.
2000 yılında, George Bush başkanlık seçimini kaybetmek üzereyken
Florida’da devreye girip sonuçlara etki eden CIA ve FBI’dan ziyade
NSA’dır.
Dolayısıyla;
-2002 seçimlerinden sonra aslında milletvekili bile olamayacak
Erdoğan’ın, Siirt’te yenilenen seçimler sayesinde Başbakan olduğunu
bilinirken,
-AKP’nin, 2007 seçimleri oy sayımı sırasında, yarışa bilgisayar
üzerinde artı yüzde 25 ile başladığı da biliniyorken,
-2009 Mart yerel seçimlerinde Kemal Kılıçdaroğlu ile Topbaş arasında
fark çok azalmış ve Kılıçdaroğlu arayı gitgide arayı kapatıp öne
geçmek üzereyken elektriklerin kesildiği, sonuçların ilanına ara
verildiği hatırlanıyorken,
-Türkiye’nin nüfusu, bilgisayar üzerinde, her seçimden önce 6 milyon
artar, seçimden sonra 6 milyon azalıverirken,
durup durup “Yüzde 47 suçlu...yüzde 38 suçlu...” diye
dıngırdamayalım.
Dıngırdamayalım ve “Sandığa gömeceğiz...sandığa gömün” romantikasına
kapılmayalım.
Dolayısıyla;
-Yargı dinleniyor, manav dinleniyor, ay annemin telefonu da
dinleniyor diye şaşırmayalım. Yargıyı, manavı ve annemizi
dinleyenlerin birden fazla olduğunu bilelim. Dinleyenlerden hükümet
kanadının amacının, ulusal güvenlik-ulusal çıkar falan değil,
tersine kendilerinin ulusal güvenlik sorunu olduğunu bilelim.
Türkiye’de de, ABD, İngiltere, Kanada, Avustralya, Yeni Zelanda gibi
“ülkenin ulusal çıkarlarını ve ulusal güvenliğini ve devletin
haberleşmesinin gizliliğini koruyacak”, hükümetler üstü, gerçek
vatanseverlerin görev yapacağı, seçim sistemlerini de denetleyecek
bir kurumu-istihbarat örgütü olmadıkça, biz uydudan alınan sinyal
hesabıyla yenileceğiz. Mevcut tablo değişmeyecek.
Dolayısıyla;
Halkın ‘ulusal güvenlik ve çıkarları’nı koruyacak başka bir kurum
kalmadığından, yüzde 87 oranında TSK ‘en güvenilir kurum’olmaya
devam edecektir.
TSK’nın ise, ABD’yle elini kolunu bağlayan bir ‘müttefiklik’
tutturmuş olduğunu,
sonuçta NATO ordusu olduğunu,
gizli haberleşme kodlarının da, müdürü ABD’ye bağlı başbakan
tarafından ısrar ve baskıyla atanan bir kurum (UEKAE) tarafından
yapıldığını kenara kaydedelim.
Dolayısıyla;
Ergenekon diye bir örgüt yoktur. Ulusal güvenliğimizi ve ulusal
çıkarlarımızı işportada pazarlayan AKP’yi durduracak bir devlet
kurumu olmadığından, AKP’nin örtülü ödeneklerle kurduğu, kendi
hizmetindeki ‘dinleme çeteleri’ne yakalanmış, “Ne yapsak, nasıl
etsek?” diye düşünen, NATO’ya ve AB’ye karşı yurtsever muhalefet
vardır.
ABD, NSA’da çalışacakların, ‘sapına kadar Amerikalı olması’ şartını
koşmaktadır.
Türkiye ise, yedi yıldır “Türküm” demeye utanan,
‘ulus’ değil ‘ümmet’, ‘kul’ olmayı seçen,
seçilmiş değil, yabancı SIGINT örgütleri tarafından atanmış,
halktan alamadıkları desteği, gözlerini gökyüzüne çevirip Allah’tan
almaya çalışan insanlar tarafından yönetilmektedir.
Aslen gökyüzünde aradıkları Allah değil, kendilerini iktidara
getiren haberleşme uydularıdır. Onları iktidara getiren ve iktidarda
tutan o uydulardır.
Dolayısıyla;
Atatürk’ün derin zekâsı ve öngörüsüyle taa 1925 yılında “İstikbal
göklerdedir” deyip, adını koyamadan, 40 yıl önce haber vermeye
çalıştığı, bu ulusal güvenliği haberleşme güvenliği üzerinden
sağlayan SIGINT kurumları ve haberleşme uydularıdır.
Türkiye’nin ulusal güvenliğinden sorumlu kurumlar parça pinçik,
darmadağınık, köhne, AKP Başbakanının, yani yabancı istihbarat
servislerinin kontrolündedir.
Dolayısıyla, ‘ulusal çıkarı’ ve ‘istikbali’ Türkiye’de AKP’yi
iktidarda tutmakta olan ABD-AB, AKP’ye her türlü teknik desteği
verir. Yargıyı da dinler, manavı da, ananı da...
Telekomünikasyonun yabancıların elinde olduğu sürece,
kendi ulusal SIGINT örgütünü kuramadığın sürece ‘devlet sırrın’
yoktur. Mabadın imanına kadar açıktadır.
Bencileyin bunları söyleyenlere tükürür gibi ‘ulusalcı’, ‘aşırı
milliyetçi’, ‘faşist’ denmesi boşuna değildir. Kıçı açıkta olana
‘Kıçın açık’ demek suçtur. İstikbal açık g..lerde değil, Ata’nın
söylediği gibi göklerdedir.
K. N. Bindebir
|